22 Ağustos 2010 Pazar


[siftah olsun diye şimdilik bu. ekşi sözlük'ten transfer]

"hani bak, 1.5 yıl yazmadım bu filme, nolan külliyatını en az 3'er kere izlemişsem de, bu filmi kaçıncıya izlemek istediğimi unuttuysam da, hd'sini indirip, eski bilgisayarımda doğru dürüst izleyemeyip, yeni bilgisayar edinme projeme hız verip başarılı olduktan sonra ilk iş blu-ray'ini indirmem olduysa da; yazmadım. çünkü evet, böylesi filmleri izledikten sonra fena halde gaza geliyor insan. puanlamaysa puanlama, tartışmaysa tartışma, yorumlamaysa yorumlama; her türlüsünde işkembeden fazla fazla atıyorsun ve tutamıyorsun.

1.5 yıl geçti, imdb'de 9. sıraya kadar geriledi. birçok kişi yalnızca belirli sahnelerini yeniden izler oldu falan. durulduk yani. dolayısıyla, kısa da olsa bir şeyler yazabilirim.

bir kere imdb listesi sikimde değil. yıllar boyu birinci kalmış her iki film de benim sıralamamda ilk 50'ye bile girmez, onun için orayı kaale almıyorum. ama canlar, bu film sinema tarihinin en mühim filmlerindendir, bak bunu rahatça söylerim!

yıllardan beri düşündüğüm bir şey; insanlar en sevdiği kitap türüne rahatça cevap verebiliyorlar. en sevdiği müziğe de, filme de. ben veremiyorum. kitapta ve müzikte mümkünü yok bulamıyorum belirgin bir tarz. nedendir bilmem. bilmezdim. sinemacı arkadaşların da belirgin türler veremediklerini görene dek. burdan bir sonuç çıkartmayacağım; bir anekdot sadece. o da şu; ben bu filmi bir kategori içerisinde izledim. çizgi roman değil, aksiyon değil; suç filmi. çünkü, çok mutlanarak söylüyorum ki, en sevdiğim film türü bu benim. sonunda anladım. di palma, coppola, scorsese, leone... ya da ne bileyim leon, heat; hatta biraz fight club... yani dolayısıyla, ben sinemayı yalayıp yutmuş biri değilim zaten, o açıdan düşünerek değerlendir bu söylediğimi.

bu kategori içerisinde düşünüldüğünde, bana göre gerçekten de mühim bir film. goodfellas gibi yepyeni bir tarz ve yepyeni bir ekol oluşturmaz belki, ya da godfather gibi bir kitap uyarlamasından beklenebilecek şeyi maksimum düzeyde tutmayabilir; ama canlar, bu filmin kurgusu, bu filmin senaryosu, bu filmin yönetmenliği, oyunculuğu, cast'ı; hangi cüretle görmezden gelinebilir, hangi cüretle beğenilmeyebilir yahu? bunu beğenmeyenin neyi beğendiğini de biliyoruz, o daha da garip zaten. hollywood yapımı olmasıyla eleştirilse, dönüp sayılan 4 yönetmene bakıyoruz, fiyasko; türüyle eleştirilse, pek sevdiğiniz o listenin yarısı o türden; yönetmenleri kıyaslasak, her yerde karşıma çıkan klasik kafadan başkasını görmüyorum, gene fiyasko...

bir de tim burton'cılar var tabii.

bir kere tim burton'dan benim kadar haz etmeyen biri daha var mıdır, onu bilmiyorum. bak bunu baştan söylüyorum ki gardını rahatça al. ama bu önemli değil. biz burton yorumlu batman'e odaklanalım.

bir yarasa adam hikayesinde, adamın yarasalara olan ilgisini açıklamak için en kolay yoldan iki şeye başvurulabilir;

1- yarasaları ölesiye sevmesi
2- yarasalardan ölesiye korkması

her ikisi de kolay yol evet ama ilki çok daha kolay, hatta kolaya kaçmak, sığınmak derecesinde. çünkü ikincisini işlemek daha uzun ve daha meşakkatli. neden korktun, neden kaçtın ve en önemlisi, nasıl yenebildin? bunların cevabını vereceksin. ilkinde öyle değil, neden yarasa? seviyorum ulan!

bunu geç; joker hikayesine gel. neymiş, asit miymiş bi bilmem ne kazanının içine düşmüşmüş de dünyadan nefret etmişmiş. ba ba ba! ergene bak! ulan otobüs merdiveninde oturup dünyadan nefret eden emo'ya kızan da sensin, bu hikayeye gündüz-gece tapınan da! bu nasıl bi aymazlık, nasıl bi çelişkidir kuzum? kötü adamı kötü adam yapan bir takım sebepler bunlar mıdır hakaten? bu kadar sığ, bu kadar duygusal ve bu kadar ergentemelli mi olmalı?

tim burton'ın batman'ini savunmayın bana. delirtmeyin insanı.

bu filmdeki joker karakterinin daha nesini inceleyebilirim onu da bilmiyorum zaten. ne sebebi var ne sonucu; neyi neden ve nasıl yaptığını bile anlayamıyoruz izlerken. bazı bazı öylesine hızlanıyor ki anlatım, bir insanın bu kadar ayrıntıyı düşünemeyeceğini ve dolayısıyla joker karakterinin filmde yer alan bir çok karakteri temsil ettiğini düşünüyoruz. ben düşündüm en azından. hangi zeka, 3'lü bir suikast girişimi ardına düzenlediği bir başka suikastta başarısız olacağını bilip, bir sonraki hedefini gösterdikten sonra (ki bu rachel dawes oluyor) önce harvey dent'i öldürmemeye çalışarak yakalanıp emniyet merkezine sokacağı adamının karnına bir patlayıcı yerleştirdikten ve batman ve bilcümle emniyet mensubunu ta en başta gösterdiği hedefe yönelttikten sonra bir telefon yardımıyla tüm katı havaya uçurup mafyanın ele geçirmeye çalıştığı hong kong'lu iş adamını kaçırır ve bunu yaparken ta en başta hedef gösterdiği kişiyi de öldürmüş olur? bu bile karmaşık geldi değil mi? otur izle bi daha. ve buna ek olarak, aslında batman'i gerçekten de hiç yakalamak istemediğini düşünmemiz gerek. yalnızca ona ulaşıp konuşmaya çabalıyor ve bunu da başarıyor. yoksa elindeki bazukayla önde giden polis otomobilini havaya uçurmakla vakit kaybedeceğine, kamyonete iki kere nişan alması yeterli olurdu.

batman/wayne tiplemelerine bakarsak, eleştiri üstüne eleştiri yapabiliriz bak, onu kabul ediyorum. fazlasıyla ciddiye alınmış ve olayları fazlasıyla ciddiye alan bir tipleme olmuş her kisi de. adalet duygusuyla yoğrulmuş, insanlara yardım etme ve durumları idealize etme kaygısıyla önünü göremez olmuş bir batman, bu filmde fazlasıyla sırıtıyor. gerçi bunda, joker'in gereğinden fazla karikatürize edilmesi ve alfred karakterinin bilgeliğinin iredelenebilmesi amacıyla oluşturulan altmetnin de payı var. ama yine de, nolan'ın oluşturduğu ya da en azından yorumladığı bir batman, bu kadar ortalama bir çizgide olmamalıydı. rachel ile olan ilişkisinde, tamamiyle saf bir duygusallığın içine düşmüş olması, insanlığın kötülüğe asla meylinin olmadığını sonuna kadar savunması, kuralından hiçbir şartta geri adım atmaması; bunlara ek olarak sayılabilir. neticede bir hollywood yapımı ve bu en büyük klişeleri kullanması kaçınılmaz gerçi, ama ben bir nolan filmi görmek istiyorsam, bunları iğreti bulduğumu da belirtebilirim.

sonlara doğru yer alan gemi sahnesi ise, izleyenlerin büyük kısmının tepkisini çekmiştir zaten. spoiler olmasın diye yazmıyorum ama, o sahneler benim de filmden soğumama yol açtı açıkçası. ve evet, defalarca izledim fakat bunun birçoğunda zaten oraya kadar izledim, geri kalanında da oradan daha çok nefret ettim. ortalama seyirciye hitap eden, ortalama bir şekilde yorumlanmış olağanüstü bir sahneydi. yazık olmuş.

tüm bunların ötesinde, benim için filmi muazzam hale getiren şeyse, ters yönde ilerleyen iki karakterin, birbiriyle olan mücadelesindeki alt edilemezlikleriydi. troy'u izleyebildiysem, heat'i çok seviyorsam ve leon'u halen arada bir açıp izliyorsam aynı sebepledir. iyi ve kötü ya da a ile b, birbirlerine o kadar yakın ve o kadar uzak, birbirlerine o kadar benzer ve o kadare farklıdır ki, seyirci filmin birçok yerinde, hangi tarafta kalması gerektiğini ayrıt edemez. ortalama izleyiciyi kolaylıkla etkisi altına alabilir bu yönüyle, fakat bu kadarla sınırlı değil. altmetne inmeyi başarabilen seyirci de, bu tür hikayelerde, ne kadar dikkatle izlerse izlesin, tarafını ne kadar belirlemiş olursa olsun, bir türlü özdeşleşme aşamasını bitiremez ve hikayenin akışına gereği kadar dahil olamaz. bu da kurgulanmış herhangi bir hikayede, kurgulayan için çok tehlikeli bir durumdur. yapıta dışarıdan bir gözle bakmadan eleştirebilmek mümkün değildir hani, aynı sebepten işte. bu tür kurgularda seyirci, olayın inandırıcılığından, oyunculuğun kalitesine; senaryonun yeniliğinden, kurgunun başarısına kadar, birçok ayrıntıyı daha kolay gözden geçirir. ve dolayısıyla bu türden hikayeleri kurgulamak, bir bakıma cesaretle ilişkilendirilebilir.
işte bu filmde de, belki bu kaygıyı taşıyarak, belki de değil; ama her ne şekilde olursa olsun, aynı yöntemin, mükemmel bir şekilde işlendiğini ve başarıyla altından kalkıldığını görüyoruz. son 40 yılda en beğenilen filmlere ve yarattıkları etkiye bakınca, 10 yıllık bir yönetmenin böylesi bir işe kalkışması, olması gerektiğinden fazla bir takdiri hak ediyor.

çok uzadı. diyeceğim o ki, dark knight, incelenebilecek her yönden, kalburüstü bir filmdir ve hakkında yapılan eleştirilerin çok büyük kısmı, ne sanatsal ne de sinemasal açıdan bir değer taşıyacak konumda değildir. çizgi roman kültürüne hakim olanların bile beğendiği bir filmi, aksiyon filmleri arasına bile dahil etmemek, 30 yıl önce beyin şalterini kapatmış olmakla eşdeğer bir şey sanırım. onlar için edilecek lafım yok.

1.5 yıl sonra bunu yazdım, 15 yıl sonra ne derim bilmiyorum. ama şimdilik, benim izlediğim en iyi filmlerdendir."

ocak 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder